Siyasetin Üzerimizdeki Baskısı

Hüseyin KURT

Siyaset sadece iktidar oyunlarıyla değil, anlam dünyamıza yaptığı müdahaleyle de hükmediyor. Bugün yaşadığımız baskı, eskisi gibi sadece fiziki değil; zihinselduygusal, hatta dilsel ve bazen de dinsel!
Bizi yönetenler artık neyi düşüneceğimizi değil, neleri düşünmeye bile cesaret etmememiz gerektiğini öğretiyor.
Her gün aynı taktik!
Yeni bir kriz,
Yeni bir skandal,
Yeni bir yaşamı tehdit eden olaylar…
Dikkatimiz organize biçimde dağıtılıyor. Öyle ki, gerçek meseleye odaklanmak yerine, “bugün neye kızacağız?” diye sorar hale geldik.
Buna bilgiyle boğma stratejisi deniyor.
O kadar çok şey söyleniyor ki, hiçbir şey anlaşılamıyor.
Sonunda herkes yorgun düşüyor. Zihin kapanıyor, refleksler devreye giriyor.
Bu da yetmezse, gerçeğin etrafı bulanıklaştırılıyor.
Sürekli manipüle edilmişçelişkili bilgi ve saçmalıklar dolaşıma sokuluyor.
Kimin haklı olduğuna değil, kimin sesi daha yüksek çıkıyorsa ona inanılıyor.
Kamuoyu, gerçeği seçmeye çalışmaktan vazgeçiyor.
Seçemediği için de siniyor.
Geriye sadece “kanal değiştirmek” ve sosyal medyada anlamsızca “kaydırmak” kalıyor.
Eleştiri doğrudan yanıtlanmıyor.
Onun yerine “başkaları daha kötüsünü yaptı” deniliyor.
Böylece sorumluluk üstlenmek yerine, dikkat başka yöne çekiliyor.
Hatalar karşılaştırılarak aklanmaya çalışılıyor.
Bu da zamanla ahlaki terazinin bozulmasına neden oluyor.
Hâlbuki “vicdan terazisi” dediğimiz şey ahlakın kendisi değil miydi?
Toplumun ortak hafızası da tahrip ediliyor.
Bir olay yaşanıyor, ardından inkâr ediliyor, küçümseniyor, sonra da tersine çevriliyor.
Önce “hiç yaşanmadı” deniliyor.
Ardından “yaşandı ama abartmayın” diye geçiştiriliyor.
En sonunda “zaten o bizim başarımızdı” denilerek anlamı çarpıtılıyor.
Olayların sırası, gerçekliği ve bağlamı tamamen bozuluyor.
Muhalefet de bu oyunun içine dahil ediliyor.
Gerçek değişim isteği taşımayan ama “çok seslilik varmış” gibi gösterilen figürler sahnede tutuluyor.
Siyasi çoğulculuk bir vitrin haline geliyor; perde arkasında ise tek bir merkezden yönetilen senaryo oynanıyor.
Medya bu sürecin başrolünde.
Susturulmuyor ama yönlendiriliyor.
Açık yasak yok ama ilanlar kesiliyorerişim sınırlandırılıyorekranlara cezalar yağıyor.
Böylece gönüllü otosansür yaygınlaşıyor.
Haber merkezleri haberden, gazeteciler gazetecilikten korkar hale geliyor.
Toplum ikiye, üçe, dörde bölünüyor: sağ-sol, dindar-laik, şehirli-taşralı, genç-yaşlı, biz-onlar...
Bu ayrımlar, gerçek karşıtlıklardan çok, dikkat dağıtmanın bir aracı haline geliyor.
Artık “kiminle tartıştığın” önem taşıyor, “ne söylediğin” değil.
Sosyal medya, bu bölünmeden besleniyor.
Gerçek muhalefet sesi yükselmeden, sahte kalabalıklar devreye sokuluyor.
Trollerbotlarorganize linç grupları harekete geçiyor.
Eleştirenin sesi tamamen kesilmese bile etkisizleştiriliyor.
Bu da çoğu zaman yeterince caydırıcı oluyor.
Bu esnada liderler hem mağdur hem kahraman gibi gösteriliyor.
Yöneltilen her eleştiri, düşman saldırısı olarak çerçeveleniyor.
Kitleler, lideri savunmakla görevlendirilmiş gibi hissediyor.
Böylece liderle millet arasına duygusal bir kalkan örülüyor.
Gerçeklik artık ortak bir zemin değil, kişisel bir duyguya dönüşüyor.
“Ben öyle hissediyorum, demek ki doğrudur” anlayışı yayılıyor.
Bu da bireyin kendi hakikatini üretmesine, toplumsal ortak aklın ve vicdanın silinmesine neden oluyor.
En sonunda insanlar düşünmekten vazgeçiyor.
Kimi korkudan, kimi yorgunluktan, kimi de “zaten hiçbir şey değişmez” duygusuyla...
İşte tam da o anda, en büyük başarı elde ediliyor:
Yönetime rıza değil, teslimiyet sağlanıyor.
Ama bu tabloya rağmen hâlâ sorular soranlar var.
Hâlâ hafızası diri, zekâsı açık, vicdanı yaşayan insanlar var.
Ve hakikat, tam da bu insanların sesiyle varlığını sürdürüyor.
Bu insanların sayısının artması dileğiyle…