Şeriat mı, Özerklik mi? 1921 Anayasası Üzerinden Kim Ne Arıyor?

Hüseyin KURT

Türkiye siyasetinde, aynı anayasanın bu kadar zıt iki yapı tarafından böylesine sahiplenildiği pek az örnek vardır.
1921 Anayasası, ya da diğer adıyla Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bugün hem PKK’nın hem de HÜDA PAR’ın anayasal referansıdır.
Biri Marksist-Leninist etnik özerklik çizgisiyle, diğeri İslamcı-şeriatçı bir anlayışla bu kısa, geçici ve anlam sınırları muğlak metne atıf yapıyor.
Neden mi?
Çünkü 1921 Anayasası, meclisin kurulduğu ancak cumhuriyetin henüz ilan edilmediği, devletin rejim ve kimlik arayışı içinde olduğu bir geçiş döneminde kaleme alınmıştır.
Henüz “Türk milleti”, “laiklik” ya da “resmî dil” gibi bugünün anayasal sabitleri tanımlanmamıştır.
Meclis merkezli bir halk egemenliği anlayışı öngörülür; ancak bu egemenliğin içeriği ve sınırları belirsizdir.
İşte bu tanımsızlık, bugünün siyasal aktörleri için 1921 Anayasası’nı son derece kullanışlı bir meşruiyet aracı haline getiriyor.
Terör örgütü PKK, bu anayasayı özellikle adem-i merkeziyetçilik ilkesine dayalı yerel yönetim modeli nedeniyle savunmaktadır.
11. madde açıktır: “Vilâyet, mahallî umurda mânevî şahsiyeti ve muhtariyeti hâizdir.”
Bu ifade, bugünkü üniter yapının doğrudan karşısındadır. Vilayet şûraları eğitimden sağlığa, tarımdan sosyal yardıma kadar birçok alanda yetkilidir.
Dahası, nahiye ve köy düzeyinde halkın doğrudan seçtiği şûralar eliyle yerel yönetim tesis edilmiştir.
PKK, bu yapılanmayı "demokratik özerklik" çerçevesinde, federalizme geçişin tarihsel meşruiyet dayanağı olarak sunmaktadır.
1923’te Lozan Antlaşması ve ardından Cumhuriyet’in ilanı sonrası 1924 Anayasası’yla kurumsallaşan merkeziyetçi yapı ise, terör örgütü tarafından Kürtlerin siyasal varlığını yok sayan bir dönüm noktası olarak görülmektedir.
Bu nedenle 1921 Anayasası, onlar için “antlaşma öncesi eşitlikçi düzen”in temsiline dönüşmektedir.
Ne var ki bu okuma, çoğu zaman metnin şer’i hükümlerini ya da meclis hükümeti sistemini görmezden gelir.
Siyasi stratejiler çoğu zaman tutarlılıktan değil, işine gelen yorumlardan beslenir. Terör örgütü PKK tam da bunu yapıyor.
HÜDA PAR ise aynı metni bambaşka gerekçelerle kutsallaştırmaktadır. Onlara göre 1921 Anayasası’nın kıymeti, şeriat hükümlerinin uygulanmasını öngören 7. maddede yatar.
"Ahkâm-ı şer’iyyenin tenfizi", doğrudan Meclis’in yetkisine verilmiştir.
1924 ile birlikte başlayan laikleşme sürecini bir “kopuş ve sapma” olarak gören HÜDA PAR, bu anayasayı “İslam’ın anayasal zemin bulduğu son çerçeve” olarak yorumlamaktadır.
Sadece HÜDA PAR değil; kimi muhafazakâr çevreler ve onların siyasal uzantıları da bu dönemi, “Şeriat temelli yönetimin anayasada son yansıması” şeklinde değerlendirmektedir.
Bu bakış açısına göre Meclis, halk adına değil; şeriat adına hüküm verir.
Bu bağlamda 1921 Anayasası, partinin özerklik değil, ilahi hükümlere dönüş çağrısının sembol metni haline gelir.
En dikkat çekici nokta ise şudur:
Aynı anayasa, hem “etnik temelli özerklik” isteyen bir yapıya hem de “şeriat temelli devlet” hayali kuran bir yapıya hizmet edebilmektedir.
Çünkü 1921 Anayasası, Türkiye’nin henüz rejimini belirlemediği, Kurtuluş Savaşı’nın tüm şiddetiyle sürdüğü ve istiklal mücadelesinin henüz nihayete ermediği bir dönemde yazılmıştır.
Devletin adı konmamış, saltanat resmen kaldırılmamış ama fiilen sona ermiş; cumhuriyet ise henüz ilan edilmemiştir.
Böylesine geçişken, kırılgan ve çok aktörlü bir siyasal ortamda kaleme alınan bu anayasa, daha çok bir idari zemin oluşturma ve meşruiyet üretme arayışıdır.
Tanımlar yapmaz, kesin ilkeler koymaz; olası bir devletin çerçevesini ihtiyatla çizer ama o devleti tarif etmez.
Bu yüzden farklı kesimler, bu boşlukları kendi siyasal hedefleriyle doldurma eğilimindedir.
Ve bugün, bu boşlukları iki zıt yapı da kendi ideolojilerine uygun şekilde yorumla doldurmaktadır.
Bu durum, anayasa hukukuna değil; daha çok siyasi stratejiye dair bir gerçeği açığa çıkarır: “Her siyasal aktör, kendi menfaatine uygun olan geçmişi anlamlı kılmak için geçmişi yeniden kurar.”
Bu alenen bir art niyet ve sistemin açıklarını kollama çabasıdır; düpedüz şark kurnazlığıdır.
1921 Anayasası’nı geçmişin altın çağı gibi sunmak, uygulanmamış hükümlerini ve geçici niteliğini göz ardı etmektir.
Ama günümüz siyasetinde gerçekler değil, algılar öne çıkıyor.
Terör örgütü PKK da HÜDA PAR da bu metni kendi politik oyunlarını desteklemek için bu anayasayı öne çıkarmaktadır.
Ve esas sorulması gereken soru:
Bir metni savunmak, gerçekten onu bütünüyle sahiplenmek midir; yoksa sadece işine yarayan cümleleri cımbızla öne çıkarmak mıdır?
Cevap aslında hepimizin bildiği kadar açık.